QUO VADIS?

Yerkürenin bugünkü hali birbirine sıkıca dolanmış olguların yol açtığı  bir yakın ve belirgin felaket durumuna işaret ediyor. Doğal olarak herkesin katılmadığı bu görüş, bazılarımız için bir uyurgezerlik halinde uçurumun kenarına doğru yaklaştığımızı söylüyor. Durumu tarihte defalarca ortaya atılan ‘dünyanın sonu’  ve ‘kıyamet’ gibi esoterik ve uhrevi termin’lerin (deadline) dışında seküler ve rasyonel(!) bir zeminde irdelemek gerekse de,  insan muhayyilesini aşan karmaşıklık son darbenin nereden ve hangi parametrelerin baskısı ile geleceğini öngörmekte yetersiz kalıyor. Ayrıca bu son aşamayı da bilincin dışında kurgulayamadığımız için, belki de “insan soyunun sonu diğer herşeyin kurtuluşudur” diyerek avunuyoruz. Bütün bunları enlemesine kesen tehlike ise nükleer savaş gibi duruyor.

Gazete, televizyon ve diğer çevrimiçi haber kanallarının genellikle haricinde bulunan birçok eleştiri felaket yolunda iki ana vektörün dolanıklığına odaklanıp dolaylı veya dolaysız şu sonuca varıyor diyebiliriz: Sosyalizm ya da barbarlık. Bu vektörlerden bir tanesini kapalı ve sınırlı bir gezegende yaşamsal olan herşeyi sarmalayan iklim krizi, ekolojik çöküş, ve türlerin yokoluşu oluşturuyorsa, diğerini de ekonomik büyüme, kaynakların sömürülmesi, küresel gelir eşitsizliği, ve dolayısıyla neoliberal kapitalizm belirliyor. Ayrıca bu iki eksene farklı noktalardan bağlanan binlerce gösterge, teşhisin ve tedavinin sınırlarını bulanıklaştırıyor.

Bu iki vektörün etkileşimi, yani genelde ana-akım ekonomistler için her ikisinin de neredeyse tanrı tarafından bahşedilmiş ‘tabiat’ olduğu, gezegendeki her şeyin kaderini belirliyor. 19. yüzyılda türlerin kökeni, evrim, ve adaptasyon gibi terimlerle anlam kazanan biyosfer, piyasanın görünmez eli,  bireylerin ve şirketlerin kar güdüsü ve güçlü olanın ayakta kaldığı sözde bir ‘ikinci doğa’ tarafından gasp ediliyor. Öte yandan Gaia teorisinin (James Lovelock) birkaç kısa kitap ve bunların etrafındaki literatür ile elli yıldır anlatmaya çalıştığı sibernetik yerküre sisteminin, ekonomiye giriş derslerinde emeğin, sermayenin, serbest piyasa içindeki aktörlerin, dolayısıyla da bütün bireylerin rekabeti üzerine kurulu elektronik etkileşim ve geri besleme döngüleri tarafından nasıl istila edildiğine tanık oluyoruz.

Jonathan Crary ‘Scorched Earth’ (Yanık Ülke?) (1) isimli kitabında günümüzde felakete gidişin en belirgin müsebbibi olarak ‘internet complex’i gösteriyor. 7/24 çevrimiçi yaşayan çoğunluk, küresel kapitalizm ve yokoluş için gerekli geri beslemeyi sağlıyor. Bunun ötesinde yanlızlık, bağımlılık, yalancı umutlar, gaddarlık, aşınmış bellekler ve sosyal çözülmeyi üsteleyen zehirlenmiş sosyal medya ve elektronik iletişim, kötücüllüğün ve edinilmiş çaresizliğin tabana yayıldığına işaret ediyor. Kitaplarında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ‘izleyen’in (observer) (2) teknolojik aygıtlar (fotoğraf, sinema ve kitle iletişimi) tarafından nasıl kurgulandığını ele alan Crary, o zamanların aksine günümüzdeki tekno-evrenin ele geçirilebilecek, el değiştirecek veya iyiye kullanılabilecek birşey olmadığının defahatla altını çiziyor: “… çevrimiçi devrimci özne yoktur!”  Tamamen finansallaşmış bilgi teknolojileri, yedi gün yirmidört saat boyunca anlık talebin arza ve paraya dönüştürüldüğü, her türden tüketimin katlanarak arttığı, enerjiye ve kaynaklara aç ölümcül bir döngüyü bütün dünyaya yayıyor. Bu esnada üstünde durulması gereken şey, Shoshana Zuboff’un “gözetim kapitalizmi” (3) (surveillance capitalism) dediği, ve aynı madenlerin çıkarılması ve işlenmesinde (resource extraction) olduğu gibi çevrimiçi bireylerin davranışsal verilerinin madenciliğinde vücut bulan yeni bir olgu. Yazara göre bireyler olarak bizler değerin gerçekleşmesinde birer özne de değiliz, veya Google’ın sattığı ürün de değiliz. Sadece şirketin tahmin üzerine kurulu fabrikasında hammaddenin çıkarıldığı ve işlendiği birer nesne olarak iş görüyor, başkalarının amaçları için araçsallaştırılıyoruz.

İtiraf etmek gerekir ki 1990’ların ikinci yarısında hepimiz okuduklarımızdan etkilenmiş ve heyecanlanmıştık. Benim gibi mimarlık eğitiminden gelenler için “City of Bits” (William J. Mitchell)(4) yeni mekanların kapısını aralıyordu. Kitaptaki analojiler sadece modern kentin ve kamusal mekanın yeni anlamlarını değil aynı zamanda mimarlığın klasik formlarının (agora, forum, tiyatro, meclis, okul) sanal alemde nasıl vaatler ile yer alacağını müjdeliyordu. Sanki sonunda maddiyatından arınmış uzamda yatay ilişkilerin ve eşitlikçi bir toplumun ilk nüvesi gerçekleşiyordu.  Tabii bu okuduğumuz kitapların çoğunluğunu neden amazon.com adresinden ısmarlandığını o zamanlar pek de denkleme yerleştiremiyorduk. Kısa süre sonra bizim gibi bilgisayarının başında ders veren hocaların, yaratıcı kadroların ve evinden çalışan beyaz yakalıların, işçiler, emekçiler, Amazon personeli ve diğer bütün ‘tırışka meslekler’ (David Graeber)(5) ve ‘gig economy’ çalışanları ile beraber nasıl sömürüldüğünü, maddesel olmayan emeğin 150 yıllık Kapital’e ne şekilde eklemlendiğini anlamak için Hardt ve Negri’yi (6) okumak gerekti. Bugün gelinen noktada maddiyattan arınma bir yana, milyonlarla sunucunun, bitcoin madenciliğinin, binbir çeşit elektronik gözetleme mekanizmasının, telefonların arayüzünden yedi gün yirmidört saat ‘davranışsal veri’ toplayan şirketlerin nasıl bir kaynak ve enerji açlığı doğurduğunu ve dünyanın dört yanındaki kanlı madenlere ve fosil yakıtlara nasıl yol verdiğini izliyoruz. Yanık ülkeyi görmek için şöyle bir etrafa bakmak yeterli olabilir. Üretimin, tüketimin ve paylaşımın paradigmalarında radikal bir dönüşüm olmaksızın yeni yeşil düzenin, rüzgar jeneratörlerinin, güneş panellerinin, elektrikli ulaşımın ve diğer ‘temiz’ teknolojilerin ve tekno-çözümlerin derdimize çare olmayacağını söyleyebiliriz. Böylesi bir acil durumda da teknoloji karşıtlığı (Luddism) ve tekno-fetişizm karşıtlığını birbirinden dikkatlice ayırmak gerekir.

Beri tarafta Türkiye’deki (en) ilkel kapitalist birikim halihazırda bir kısım üretim araçlarının, eğitim ve sağlık hizmetlerinin, ve de  denizin, toprağın, ağacın ve diğer müştereklerin (kendilerinin veya uzun süreli kullanım/tahrip/tasfiye haklarının) özel mülkiyete devredilmesi üzerinde duruyor. Şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran devletin (sıklıkla bu ayrıcalığı özel güvenlik şirketlerine aktararak) bu mülksüzleştirme esnasında görünürde rıza üretmesi, vatandaşlarının olurunu alması gerekmiyor. Veya yüzde elli artı bir çoğunluğun farklı rüşvetlerle başını öte yana çevirmesi yetebiliyor. Bu bayağı/adi soygun (simple robbery) Türkiye gibi ülkelerde toprağı istila edip sömürgeleştirirken teknoloji şirketleri de dünyanın her yerinde ‘bakir topraklar’ olarak gördükleri mahremiyetimizi, ilişkilerimizi, davranışlarımızı ve bunların fiziksel mekanını, sokakları, kentleri ve meydanları araçsallaştırıyor, bütün bunların bilgisini madenler gibi işleyip pazarlıyor.  

Galiba sonunda şunu anlamak gerekiyor: Felakete gidişin sorumluluğunun tabana yayılması için dayatılan koşullara itiraz etmek gerekir. Çevrimiçi ‘kabul ediyorum’ diye her tıklandığında toplanan ve işlenen verinin akibetini sorgulamak gerekir. Öte yandan herkes kapısının önünü süpürdüğünde ortalığın tertemiz olacağına inanmamak gerekir. Çöplerimizi ayrıştırdığımızda ve dönüştürdüğümüzde sorunun çözülmeyeceğini bilmek gerekir. Teknoloji şirketleri, çokuluslu şirketler ve fosil yakıt devleri karşısında ekonomi 101 tuzağına, arz-talep argümanlarına, alanın ve satanın memnuniyeti üzerine kurulu bir dayatmaya karşı durmak gerekir. Her taraftan kuşatılmış öznelerin özgür iradesinin olmayacağını, talebin de farklı yöntemlerle yaratıldığını bilmek gerekir. Direnişin örgütlenmesini zor kılan, dayanışmayı sönümlendiren, insanların fiziksel mekanda biraraya gelmesini engelleyen stratejileri ve teknolojileri deşifre etmek gerekir…

Ağustor 2023

(1) Jonathan Crary. “Scorched Earh: Beyond the Digital Age to a Post-Kapitalist World” Verso, London 2022

(2) Jonathan Crary. “Techniques of the Observer: On Vision and Modernity in the 19th Century” MIT Press, Boston 1992

(3) Shoshana Zuboff. “The Age of Surveillance Capitalism” Public Affairs, NY 2019

(4) William J. Mitchell. “City of Bits: Space, Place and the Infobahn” MIT Press, Boston 1996

(5) David Graeber. “Bullshit Jobs: A Theory” Simon and Schuster, 2018

(6) Michael Hardt, Antonio Negri. “Empire” Harvard Un. Press, 2001