kuzen cem’in ardından

Cem Hepdeniz’i 29 eylül 2023 günü nasıl olduğu anlaşılamayan bir motosiklet kazasında kaybettik. 56 yaşındaydı. Neredeyse 1980 yılından beri çektiğim bütün fotoğraflarını gözden geçirdim, kendisini ele veren az şeye rastladım. 80’lerin başında, annesinin ölümünden bir iki yıl önce muzipçe gülen yüzü tam da Cem’e uyuyor. 14-15 yaşlarında olmalı.

Diğer fotoğrafların çoğunda kendinden fazla emin tavrı naif kişiliğini pek de yansıtmıyor. Kendinden emin olması herhalde anlaşılabilir bir durum, zira kafasına koyduğunu büyük maharetle yapabilen biriydi: Tam anlamıyla kendini varetmiş bir otodidakt. Ölümünden birkaç ay önce uzaktan girdiği bir sınav ile ortaokul diploması almış olması benim için de bir başarı oldu. Zira vaktiyle bu ele avuca sığmaz çocuğun özellikle matematik dersinden geçebilmesi için ben de çok çaba sarfettiydim, ama aklı başka yerlerdeydi.

Çocukluğumuza ait anılar bölük pörçük, aramızdaki yaş farkı 1975 yılında İzmir’den ayrılana kadar tanıdığım haşarı bir çocuğun maharetleri dışında pek bir şeyi hatırlamamı mümkün kılmıyor. Cem’in askerden döndüğü 89 yılına dek biraz uzak kaldık, dünyanın farklı yerlerindeydik, haberleşme imkanları zayıftı. Ancak son otuz küsur yıllık muhabbetlerimizde çocukluğundan kalan olayları ve detayları anımsama konusundaki becerisi karşısında  hayretten hayrete sürükleniyordum. Sadece kendisi, annesi, kardeşi ve dayım ile ilgili değil, benim ve ağabeylerimin de içinde olduğu geniş aile çevresi, Karşıyaka’da çok yakın oturduğumuz ve neredeyse her gün görüştüğümüz teyze, teyze kızları, enişte ve diğer mahalle sakinleri ve onların çocukları, akranları ve arkadaşları hakkında anlattığı şeyler “acaba bir kısmını kendisi mi yazıyor?” dedirtiyordu. Birçok insan gibi anlatırken süslemeğe meyilli idi, geçmişten bahsederken gerçekliğin ve fantezinin sınırları adeta birbirine dolanıyordu. Sanki hatırladığı imgeleri kullanıp kendini tekrardan o geçmiş sahnenin içine koyuyor, oradan da ‘olması gerektiği gibi yaratıcı’ bir öykü çıkarıyordu. Bu arada öykünün mekanı pek de farketmiyor, insanlar Münih’te, İtalya’da, Yunanistan’da, Uzakdoğu’da Türkçe’yi anlayıp hep Türkçe cevap veriyorlardı. Kısacası kendini ortaya koyup mekanı, kişileri ve diyalogları dinleyenlerin hayal gücüne havale ediyordu.  Bu arada kendisi de naif bir kişilik olarak bu yarı-rüya alemini tekrardan yaşıyordu.

16 yaşında annesini kaybettikten sonra hayatını tek başına, tırmalayarak kazandı, kendini var etti, adam oldu. Babası ile yıldızı uzun süre barışmadı, yine de Demir Dayı’nın erken emekliliğinde, yaşlılığında ve son günlerinde en büyük destekçisi Cem idi. Cem’in son zamandaki sponsoru da kardeşi Kerem. Karşıyaka’da okul öncesinden başlayarak yelkenci oldu, okul, eğitim ve kitaplarla çok da fazla işi olmadı. Sanırım bu konuda da önündeki ilk örnek kendini çıraklıktan yetiştirmiş çok becerikli bir teknik adam, tornacı ve makine imalatçısı olan babası idi. Cem’in deniz üstündeki kariyeri sadece yelken ve seyir bilgilerinin bir hayli üzerinde, motor, tekne aksamı, tekne imalatı, elektronikler ve deniz üstündeki uygulamalı birçok beceriyi kapsıyordu.  Görünürde herhangi bir işin nasıl yapıldığını görerek edindiği nazari bilgi yoluyla beceremeyeceği hiçbir şey yoktu. Son beş altı yıl içinde bu gözü kara cesaret onu taşındığı Muğla’nın yayla köyünde kendi evini (herşeyi ile, tek başına), kendine ve kardeşine birer adet motor-karavan (yine herşeyi ile) ve başka çeşitli (ve karmaşık) işleri yapmaya muktedir kıldı.  Parayla da çok fazla bir işi yoktu, neredeyse çocukluğundan beri isteyebileceği, sanayi tipi dikiş makinesinden ahşap tornasına, gelişmiş bir drone’dan çapa makinelerine kadar bütün oyuncakları etrafına toplamıştı. Köpeği Yanni uzun süre onun yoldaşı oldu, bütün iş, gezi ve diğer planlara o da dahildi, yaklaşık iki yıl önce yaşlılık sonucu göçtüğünde kuzeni kedere ve hıçkırıklara boğmuştu.

Cem’in anlattıklarını dinledikçe önümüzdeki yirmi-otuz yılı dolduracak kadar plan ve projeyi hayal edebiliyordu insan. Bu yüzden de ölümü çok erken oldu. ‘Rönesans adamı’ deyimi bir klişe. Cem’in edindiği bilgelik, malzeme, alet, makina ve insan yetisinin uygun birleşimi ile yapılabilecek olan herşey üzerineydi. Yaratıcılık kısmı ise ‘tasarım’a ilişkin olan tarafta kendini gösteriyordu. Ondaki yaratıcılık daha çok mühendislere özgü, eldeki imkanlarla verili bir işin tamamlanabilmesi için çözüm üretmeye dayalıydı. Örneğin her türlü kaldıraç, palanga, vinç, halat, makara, zincir ve diğer aracılar vasıtası ile tek kişinin (çok) ağır ve hantal  şeyleri yerinden oynatması, kaldırması, yönlendirmesi ve olması gereken yere yerleştirmesi onun uzmanlık alanıydı. Aynı zamanda amatör telsizcilik (citizen’s band), yamaç paraşütü, snowboarding, arıcılık ve diğer birçok şey de elinden geçti. Bütün bunlara bakınca insanın aslında azimli bir meraklı/amatörü  gözünde canlandırması mümkün olabiliyor. Değil matematik, basit aritmetik bilgisini dahi es geçen, ticaretle işi olmayan Cem için, pek azını gerçekleştirebildiği onlarca ‘ticari’  projenin zaten bir getirisinin olmayacağı aşikar idi. Onun özellikle son yıllardaki meselesi maddi kazançtan çok gidişat üzerineydi: sabahtan itibaren günü bölen çalışma planları; yakın, orta ve uzak vadede bitirilecek işler; elleri ve bedeni ile çalışmanın getirdiği bir tefekkür, meditasyon hali. Başkasına kaptanlık yapmadan, işverensiz, mürettebatsız, gerilimsiz. Bir de yeni karavanı ve Derya ile dünyayı dolaşmak istiyordu. Olmadı. Kardeşimdi…

Küçük teknesini elden geçiriyordu, ismi Cool, lakabı ‘Bit’, 1974 model Jeanneau Sangria. 2006 yılında güney Fransa’da Bandol yakınlarında bulduğu hali ile…

Onu kaptanı olduğu şu 33 metrelik guletin arkasında çekerek Marmaris’e getirmişti. Gulet (Akhaneton) İstanbul Tuzla’da bir Fransız armatör için inşa edilirken Cem başındaydı. Bugün de onun sayesinde yüzüyor olabilir.

Denizden yaylaya, rakım 800 metre. 2019 yılında inşaat başlamıştı. Kabataslak önerdiğim ve ölçülendirdiğim ayaklar, kirişler, ahşap elemanlar üzerine Cem harekete geçti. Prefabrik iskelet hariç her şey kuzenin eseri: tesisat, elektrik, ısıtma, yalıtım, finishing, mobilya, marangozluk ve diğerleri. Bir dönüm arsaya biraz büyük gelen 70’lerden kalma International traktör Akhisar’dan transfer. Su, odun ve inşaat malzemesi taşımaya yarayan, arada vinç vazifesi gören, bazen de köyün işlerine bakan traktör bir dönem Cem’in haso oyuncağı idi. Onun üzerinde kendini hakiki çiftçi sanıyordu…