YENİ TÜRKİYE’Yİ GEZERKEN

Aklı selim sahibi bir kimse için Türkiye ahalisinin sokaktaki görünümü yeteri kadar mülayim ve barışseverdir, ta ki devlet işin içine girene kadar. Bu topluluğu bugün oluşturan Türkler, Kürtler, Romanlar, Gayrimüslimler, başka azınlıklar, Suriyeliler, öteki mülteciler ve diğer unsurlar görünürde birbirlerinin boğazına basmak üzere beklemezler. Ancak kimliklerin devlete doğrudan veya dolaylı endekslendiği vesikalı ve vesikasız koşullarda iş değişir. Bu durumda makbul vatandaş, vatandaş, yarı vatandaş, mülteci, muhalif, anarşist ve terörist gibi kategoriler aracılığı ile politik alanı düzenlemek ve kimlik politikalarını dürterek yandaş devşirmek mümkün hale gelir. ‘Laik’ Türkiye’nin açmazı da buradadır. Bir türlü sivil birer ‘yurttaş’ olamayan ahalinin fertleri otorite ile olan ilişkilerini gerilimli bir biat kültürü/başkaldırı, veya genel bir ümmet kategorisi içinde sürdürürler, militan bir milliyetçilik ise çoğunluğu kapsar. Memleketin ‘son derece kompleks’ sosyal yapısına atıfta bulunan tezler dünyanın birçok ülkesinde yine benzer, tarihsel, karmaşık ayrışmaların yaşandığını, ancak yurttaşların açabildiği siyasi alanın sadece kimlik politikaları ile belirlenmediğini gözardı eder.  Ümmetin tersine, gerçek anlamda sivil ve laik demokrasilerde sosyal aidiyetleri enlemesine kesen geniş koalisyonları oluşturabilmek ve direnişi örgütlemek mümkün görünmektedir. ‘Yerel’ itirazlar ise kimlikleri içerebileceği gibi Gezi Parkı veya Türkiye’nin çeşitli köylerinde olduğu üzere ‘yaşam hakkı’nı savunuyor olabilir.

Anglo-Saxon literatürdeki ‘community’ kavramı belirli bir topluluğu tanımlarken en başta mekana işaret eder, bu da onu ‘camia’dan, ‘cemaat’ten veya ‘millet’ten ayırır. ‘To build a community’ (ahalinin topluluk olabilmesi) görünürde seküler, eşitlikçi bir eylemdir. Yurttaşlık bilinci yaşanılan yere bağlılık ile başlar, politik alanın aşağıdan yukarıya örgütlenmesini öngörür. Metropol, kent, mahalle, taşra, kırsal vb. gibi yaşam alanlarına ait kader birlikleri farklı kişilerin beraber hareket etmesine yol açar. Öte yandan Türkiye sosyolojisine ait en karmaşık durumu aidiyetlerden ziyade 70 yıl/üç kuşaktır hiç bitmeyen göçler belirler. ‘Burası benim memleketim’ (memleket nere hemşerim?) diyerek hislenmek için orta yaşı yavaştan geride bırakmış olmak gerekir. Bugün nüfus ortalamasının 29 yaş civarında dolaştığı Türkiye toplumunun ekseriyeti için kamusal mekan genellikle bir  dekor vazifesi görür. Bu dekorun önünde, içinde veya kenarında icra olunan kamusal yaşam bir şehirden diğerine kolaylıkla göçebilir, hayat ve alışkanlıklar benzer biçimde devam eder, kimsenin kentli olması gerekmez. Bu anonim dekoru herkes için (belli belirsiz) çekilir kılan da yerleşimlerin ‘kadim’ çekirdeğidir. Eski cami, çınar ağacı, dibindeki kahve, Rum evi, Ermeni yapısı, Osmanlı konağı, kilise, tepedeki kale duvarı, çarşıda birkaç dükkan, birkaç sokak, cumhuriyet parkı,  Atatürk heykeli, eski belediye ve birkaç şey daha. Yani, eski Türkiye…

Ağustos 2020