Renk Üzerine Notlar

1917 tarihli Tu m’  Marcel Duchamp’ın tuval üzerine boya kullanarak yaptığı son resimdir. Thierry de Duve’un deyişiyle “resim üzerine resimsel bir söylem” (*) olan Tu m’,  Duchamp’ın o zamana kadar gündeme getirdiği bazı (hazır) nesneleri gösterdiği gibi, trompe l’oeil  bir tuval yırtığını (ve dikilmesini) ve yine sanatçının arada sırada “dördüncü boyut” olarak gündeme getirdiği gölgeyi (bir tirbuşon gölgesi) de betimler. Bunların da dışında bu yatay tuvalin sol tarafından başlayarak neredeyse bütün eni boyunca bir perspektif uzam içinde üstüste binen dikdörtgen alanlar içinde renk örnekleri vardır ki, “ressam olmanın imkansızlığı”nı anlayan sanatçının “kübist empas”a karşı geliştirdiği son resimsel stratejiyi belirler: “Nominalizm.”  Gerçekten de sanatın aslında bir isim verme eylemi olduğunu en erken kavrayan Duchamp’a karşılık Kandinsky, Malevich ve Mondrian için tuvalin üzerindeki sınırlarından kurtulmuş renk lekeleri özgür varlıklar olarak o sıralarda sanatın (resmin) kurtuluş yönünü göstermektedirler. Duchamp’ın açtığı kapı ise başka türden bir özgürlüğe doğru aralanır.

Yaklaşık herşeyin “nominal değer”ini tarttığımız şu sıralarda, nominalizm’i  “ben öyle diyorsam sanattır” şeklinde algılayabilmemize rağmen, Duchamp’ın sanat yapıtı, yapıtın ismi ve linguistik olasılıklar üzerine kurduğu stratejiyi ıskalamamak gerekir. Varlıklar (örneğin renkler) isimlerinden bağımsız var olamayacakları gibi, isimleri ile aralarındaki rastgele ilişki de her türlü kutsanmayı mümkün kılmaktadır. (The Fountain)

Bilgi Üniversitesi’ndeki tasarım derslerinde ele aldığımız biçimiyle renk, farklı ortamlarda üretilen, yeniden üretilen, ve tekrardan üretilmesi gereken bir mesele olarak karşımızda duruyor. Konu basit gibi görünüyor: Mesleğini bilgisayar ekranı başında (ve bilgisayar ekranı için) icra edecek olan sanatçının fırça/boya/mürekkep karıştırması gerekir mi? Resim için ve resmin içinden bir sorunsal olarak renk, fiziksel bir “üretim”in konusudur: Boya tüpten çıkar ve yeni bir hayata başlar. Bu prodüksiyona  karşılık fotoğraf, sinema ve bir dereceye kadar da video’nun “reprodüksiyon”u,  doğadaki renklerin optik/kimyasal/elektronik yöntemlerle ayrıştırılıp tekrar birleştirilmesini öngörür, hep bir orijinal’e referansla gerçekliği sınanır. Öte yandan görünen o ki, telematik devrimin çağında başladığımız noktaya geri dönüp rengin “hiper üretim”inden söz edebiliyoruz. Artık öykündüğümüz ne doğa’nın eşsiz renkleridir, ne de üzerindeki sararmış vernikle resmin yüzünden yansıyan varlıklardır.  Yüz yüze baktığımız arayüz’ün fosforlu, elektronlu ve plazmalı ışığının renkleri özgün olanın ta kendisidir (milyonlarca renk.) Böylesi ne doğada vardır, ne de resimde.

Farklı teknolojik ortamlarda işler üreten birisinin, yaptığı bir sergiyi yaklaşık yedi yıl aradan sonra retrospektif bir bakışla gözlemesi mümkün. Yukarıda yazılanlar konunun bir plastik ve retorik meselesi olarak kendini tekrar tekrar dayattığını gösteriyor.  Wittgenstein’ın aynı adlı kitabından (**) yola çıkarak oluşturulan “Renk Üzerine Notlar,”  1995 yılında “Çankaya Oteli İnşaatı” olarak bilinen şantiyenin renksiz-gri mekanında, siyah-beyaz fotoğrafları, bir inşaat malzemesi olarak 5×10 kalasları, ayna gibi yansıtıcı yüzeyleri, duvar boyası kataloglarını ve diğer “karışık malzeme”yi kullanarak oluşturuldu. Fotoğrafların gösterdiği bir başka inşaat alanı ve Wittgenstein’ın yansıtıcı yüzeylerden okutulan kitabının tamamı, bu çalışmanın tümden yansımalı (reflexive)  bir içe dönüş, bir “dil oyunu” olarak renk ve sürekli bir inşaat alanı içerisinde yaşadığımız Türkiye’deki çok renkli olmayan yaşamlarımız üzerine bol oyunlu, biraz karmaşık, ve oldukça literal (edebi) bir deneme olduğuna işaret ediyor.

Şubat 2002

(*) Thierry de Duve, Pictorial Nominalism: On Marcel Duchamp’s Passage from Painting to the Readymade, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1991.

(**) G.E.M. Anscomb, ed., Remarks on Colour, Ludwig Wittgenstein, California: University of California Press, 1977.