RAKAMLARA DOLANIK
Devam eden iklim krizi ve altıncı yokoluş, istatistikler ve sayılar aracılığıyla ezici bir şekilde vurgulanıyor. Rekorların (sıcaklıkların, yanan orman alanlarının, yangın sayılarının ve diğerlerinin) geçmiş ekstremlere kıyasla daha yüksek kaydedildiği her seferinde, beklenen bir kıyamete daha yakın olduğumuzu hissediyoruz. Kısacası, bir rüya halinde, daha büyük olasılıkla bir kabusta rakamlara dolanmış durumdayız.
Rakamlar ve birimler çok çeşitli şekillerde ortaya çıkıyor: kilometrekare, dönüm ve hektar (orman kaybı); futbol sahaları, tüm ülke yüzölçömleri, Teksas eyaleti veya Manhattan adası (alanları karşılaştırmak için); kilometre küp (buz örtüsü ve buzullardaki kayıp); santigrat ve fahrenhaytlar (aşırı sıcak ve soğuk için); milyonda parçacık (atmosferde ısıyı hapseden gazlar için); basit sayılar (yokolan türler ve büyük memelilerin kalan üyelerini saymak için); metrik ton (avlanan balıklar için); ve dahası…
Daha ilgi çekici veriler, özellikle 1492’den beri öldürülen hayvanların ve hasat edilen bitkilerin istatistikleri şeklindedir. Bu kayıtları istatistik olarak adlandırmak muhtemelen yanlıştır. Rakamlar, Yeni Dünya ve Avrupa’nın çoğu limanında ve kentinde dikkatlice kaydı tutulan, balinalardan kunduzlara, balık stoklarına ve kesilen ağaçlara kadar hemen hemen her ticari fauna ve floraya aittir. Bu, maddi kültürü, sermaye birikimini ve sömürgeciliği inceleyen tarihçiler için karmaşık güç ve hegemonya ilişkilerinin deşifre edilmesinde mükemmel bir kaynaktır. Öte yandan bu çetele, doğal yaşam alanları ve biyo-çeşitliliğin kaybı üzerine yazanlar için bugünkü yokoluşun temellerini oluşturması açısından da önemlidir.(1) Ancak, birkaç yüzyıl boyunca sömürgeleştirilmiş dünyanın eski ve yeni yerli halkları için yakın çevre ve yaşamın idame ettirilmesi açısından bu nicel veriler anlamsızdır. Nesiller boyunca aktarılan öğreti ve bellek, istatistikleri niteliksel bir şekilde anlamsızlaştırır.
Otomobilin ön camına yapışan sinek ve böceklerin azalan sayılarına bakarak mevcut krizin zaten insanların arka bahçesine geldiğini herkese hatırlatmak muhtemelen mantıklı olabilir. Ancak doğal yaşam alanlarının aşırı derecede tahrip edildiğini gösteren saf veri bilgisinin kentli nüfusun davranışını kökten değiştireceğini beklemek hala saflıktır. Muhasebenin, mübadele değerinin yanı sıra envanter kaydını da içerdiğini varsayabiliriz. Uzun zamandır insan ve insan dışı yaşamları ölümüne tehdit eden yakın çevre dışında, “dışsallıklar” biçimindeki envanterin gözardı edildiğini ve olağan üretim ve tüketim döngüsünde nicelleştirilmesinin neredeyse imkansız olduğunu biliyoruz. Bu anlamda insanlara ortalama küresel sıcaklıklardaki 1,5 derecelik bir artışın felakete yakın olduğunu söylemenin çok az etkisi var gibi görünüyor. Kitleler için iklim ve hava durumu birbirine çok benzer. Bu arada çoğunluk, verilerden bağımsız olarak bir şeylerin son derece yanlış gittiğini görüyor, nispeten genç olanlar bile kişinin hayatındaki kalıpların değiştiğini hissediyor diyebiliriz.
Çoğunlukla küresel kuzey ile dünyanın hâlâ gelişmekte olan kısmını karşılaştırdığımızda, uzaklaşan ‘doğa’nın işaretleri, yakınlaşan ‘kültürler’deki sayılarla destekleniyor. Bunlar çoğunlukla kişi başına üretim ve tüketim olarak verilmekte: sığır eti, kuşlar (etlik piliç), çöp, enerji (hangisi olursa olsun), kalori alımı ve diğer hemen her şey. Her dönüşümün sonunda kapalı bir sistemde bir denge olması gerektiğini anlamak için termodinamik yasalarını yutmuş olmak gerekmez. Bunu aynı zamanda kuzey ve güney dahil tüm dünyadaki eşitsizliklere ilişkin muhasebe ile birlikte düşünmek gerekir. Örneğin, nüfusun yüzde birinin zenginliğin yüzde ellisine sahip olduğu söylendiğinde, ‘zenginlik’ anlayışımızın tamamı akamete uğrar.
Rakamlar aracılığıyla karşılaştırmalı verilerin başka bir biçimi, yüzdeler ve çarpanlarla ortaya çıkar: belli bir geçmiş tarihe (genellikle 18. yüzyıldan sonra) ilişkin olarak belirli varlıklarda artan veya azalan miktarlar ya da sıçramalar. Bunlar arasında, (özellikle son 200 yılda) dünya nüfusunun logaritmik olarak azalan bir sürede iki katına çıkma sıklığını veren ‘Nüfus Bombası’nı sayabiliriz. (2) Bu tür verilerin göstergesi olan J eğrisi, mevcut krizle ilgili olarak da diğer birçok olgunun temsiline hakimdir. ‘Derin Tarih’te (3) ise ‘kalkış’a duyulan bu hayranlık, J eğrisinin sol ve düz tarafının analiziyle, binlerce yıl ve hatta milyon yıl öncesine doğru dengelenir. İnsanlığın doğa güçlerini tümüyle geride bıraktığını varsayan bu ‘havalanma’dan, yani tüm belirtileriyle modernitenin ortaya çıkmasından önce, düzleşen tarih çizgisi boyunca sayısız nüans var gibi görünüyor. Sorun, grafik temsillerin son 200 yılın aksine uçsuz bucaksız zaman periyotlarının fraktal doğasını hesaba katmakta tamamen işlevsiz olduğu bir ölçek meselesidir. Bunu MÖ 7000’den kalma Neolitik yerleşim yeri olan Çatalhöyük’ü ziyaret ederek anlamak mümkün: yani avcı-toplayıcıların ortalama yüzer kişilik guruplar halinde bilinen dünyayı dolaştığı bir dönemde beş bini aşkın sayıda insanın görünürde eşitlikçi bir toplumda bir arada yaşaması için gereken irade ve örgütlenmeye bakarak. Bu belirli bir bağlamda ve ölçekte büyük bir sıçramaya işaret eder. Öte yandan, mevcut ekolojik krizin bazı yazarlarına göre, bugünkü felaketin temelinde (neolitik) tarım devrimi ve yerleşik yaşam yatmaktadır.
Bu arada, jeolojik bir zaman ölçeğinde antroposen, benzer grafiklerde temsil edilecek diğer dev sıçramaları gösterir. Ama şimdi, Gaia’yı milyon yılda temsil eden bu eğrilerin U şekline geldiğini anlıyoruz. En son IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporu (4), atmosferik CO2 konsantrasyonlarının en az 2 milyon yıldaki herhangi bir zamandan daha yüksek olduğunu; son on yıldaki (2011-2020) sıcaklıkların, yaklaşık 6500 yıl önceki ardışık birkaç yüzyıllık sıcak dönemi aştığını ve bundan bir önceki en yakın sıcak dönemin yaklaşık 125.000 yıl önce yaşandığını; küresel ortalama deniz seviyesinin 1900’den bu yana, en azından son 3000 yılda görülmemiş şekilde yükseldiğini; ve okyanusların geçtiğimiz yüzyılda, yaklaşık 11.000 yıl önce sona eren buzul çağından bu yana görülmemiş hızda ısınmış olduğunu ve açık denizlerin son onyıllardaki pH derecesinin 2 milyon yıldır görülmediği kadar düşük olduğunu, ve benzerlerini bize söylüyor. Bu, kulağa bilimin ve kurgunun içinde yeni bir gezegene yolculuk gibi geliyor, bir zaman yolculuğunda dünyaya iniyormuşuz gibi.
Doğa bilimleri, oldukça uzun bir süredir, çoğunlukla antroposenin etkilerini ölçmekle ilgileniyor. 234 bilim insanı, inanılmaz miktarda veri içeren binlerce sayfa üreterek IPCC raporuna katkıda bulundu. Toplanan veriler bir ölüm sarmalına işaret ediyor ve her ölçüm diğerleriyle bağlantılı olarak yok olmaya yönelik pozitif bir geri besleme döngüsünü göstermekte. Araştırmak, saymak, hesaplamak ve istatistik üretmek iş dünyasının da uğraşları arasında ve bilim camiasının bazı üyeleri şirketlerle iç içe. Hükümetleri ise, verileri ‘politik olarak uygun’ gördükleri şekilde kullanma ve yayma konusunda genellikle kötü aracılar gibi düşünmek gerekir. Ancak özellikle fosil yakıt devleri son kırk yılı aşkın süredir iklim krizi konusunda, birçok bilim insanının da yardımıyla, alternatif verilerini ve sonuçlarını daha organize bir şekilde üretiyorlar. Bunu gazetelerden de teyit edebiliyoruz. (5)Ölçümler ve istatistikler, herşey yolundaymış gibi çalışmaya devam etmek için birçok yönden manipüle edilmeye her zaman eğilimliydi.
IPCC raporunun yazarları, bir yol haritası önermediklerini, sadece durumu değerlendirdiklerini söylüyorlar. Gazetecilik faaliyeti ise ya üretilen verileri görmezden geliyor ya da sayıları şok etkisi yaratacak şekilde gözümüze sokuyor. Veriler ile yakın gelecekteki olası sonuçlar arasında aracılık yapmak, kitle iletişim araçlarının yapabileceği en iyi iş değil gibi görünmekte. Sadece birkaç bağımsız yayın kuruluşu iklim bilimcileri ve diğerlerini mantıklı bilgi ve sonuçlar hakkında konuşmaya davet ediyor. Öyleyse, kitleleri durumun vahim olduğuna ikna etmek için veri beslemekten vazgeçmeli miyiz? Rakamlar sonuçlara atıfta bulunuyorsa, herkesin net bir zihinle bunları sebeplerle ilişkilendirmesi beklenmeli midir? Timothy Morton’un sorduğu gibi: Veriler ve şeyler arasındaki uçurum nasıl kapatılır?(6) Halkı eğitmek için değil, ama bu korkunç durumda bir arada yaşamanın koşullarını sağlamak için nasıl kavramlar üretebiliriz? Bütün bunları biyosferi de sosyal alana dahil edecek şekilde toplumsal adalet fikriyle nasıl ilişkilendirebiliriz? Başka herhangi bir varlığa, (örneğin çocuklukta olduğu gibi) büyülü bir akrabalık bahşetmek üzere kolektif bilinçdışına nasıl sızılır? Ekonomik büyümeyi durdurmak üzere insan edimini ve eyleme gücünü nasıl kanalize ederiz? Ve bıçak kemiğe dayandığında insan türü olarak medeni bir çıkışa doğru nasıl yol alınır? Hani ölmeden hemen önce dünyevi meseleleri halleder gibi?
Cevaplardan çok sorular olmalı…
Eylül 2021
(1) A Green History of the World by Clive Ponting, Penguin Books, 1992; and The Unnatural History of the Sea by Callum Roberts, Island Press, 2007.
(2) Paul R. Ehrlich, The Population Bomb, Ballantine Books, NY 1968
(3) Andrew Shryock and Daniel Lord Smail, eds. Deep History, Un. Of California Press, 2011
(4) https://www.ipcc.ch/report/ar6/wg1/downloads/report/IPCC_AR6_WGI_Full_Report.pdf
(5) https://www.theguardian.com/environment/climate-consensus-97-per-cent/2018/sep/19/shell-and-exxons-secret-1980s-climate-change-warnings
(6) Timothy Morton. Dark Ecology, Columbia Un. Press, NY 2016