fikrimin ince gülü…

Komplo teorileri kabileleri, halkları, ulusları ve ümmeti kucaklayacak kadar geniştir. Gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye’deki komplo teorileri genellikle memleketin geri kalmışlığı ve açmazları üzerine üretilir. John F. Kennedy’yi kimin öldürdüğü veya 11 Eylül’ü hangi karanlık güçlerin tezgahladığı gibi konuların benzerleri buralarda pek alıcı bulmaz.  Benzer katliam, cinayet ve zulümlerin failleri Türkiyenin yakın geçmişinde zaten ortalık yerdedir,  konu oldukça açıktır ve faillerin büyük çoğunluğu da cezalandırılmamıştır. 1915, Dersim, 6-7 Eylül, Sivas, Maraş, Bahçelievler, Roboski, Suruç, Ankara Garı ve diğer onlarca katliam, cinayet, suikast ve zulüm üzerine  senaryolar geliştirmek beyhudedir. Esas (karşı) komplo teorileri bu konudaki suskunluk üzerine üretilebilir. Zira söz konusu olan şiddet ve cezasızlık sarmalında devletin dahli vardır. Bu da farklı taraflar açısından sessizce kanıksanmıştır, yapılanları unutturmamak isteyenler gerektiğinde hain olarak damgalanır. Binaenaleyh, Türkiye cumhuriyetinin legal (ve estetik) düzeni ‘kaba gerçekçilik’ olarak tanımlanabilir. Buradan thriller çıkmaz, kabadayı çıkar.

Ancak mesele Türkiye’nin dünyadaki konumu olduğunda hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Milliyetçiler, İslamcılar, ulusalcılar, Kemalistler, sağ, sol ve diğer unsurlar arasında, dünyayı yöneten gizli ellerden lobilere, açık toplumculardan Yahudilere, ABD’ye, emperyalistlere ve bütün bunların yerli işbirlikçilerine kadar uzanan geniş bir yelpazede failler yaratmak ve ülkenin açmazlarını çözümlemek sıradandır. Komplo teorilerine yazılan kişiler için hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bu fani dünyada en sarih olarak görülen şey komplonun kendisidir. Bu o kadar barizdir ki,  bakıp da büyük oyunu göremeyenler ancak meczup olabilirler(!) Görünenleri ve görünmeyenleri harmanlayan bu paradoksun öbür yüzünde de her şeyin birbirine bağlı olduğunu söyleyen ‘diyalektik’ bir sav vardır. Bütün bunlar bizim bize benzediğimiz bir dünyada dostumuz olmadığını savunan kapalı ve kaderci bir taşra topluluğuna dönüştüğümüzü hatırlatır.

Peki Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu bu senaryolara inanır mı?  Karl Popper’a göre toplumun tarih ile ve rasyonel/bilimsel düşünce ile olan ilişkisi komplo teorilerine yatkınlığını belirler. Yaklaşık 80 yıl önce açık toplumu savunan Popper için farklı dezenformasyon teknolojilerini ve günümüzün ‘alternatif gerçekler’ini öngörmek  pek mümkün olmamıştır. İçi tamamen boşalmış ‘liberal demokrasi’ kavramı, ‘katılım’ ve ‘temsil’i öngören serbest seçimlerin bugün artık bir anket çalışmasına ve popülizm yarışına indirgendiğine işaret eder. Büyük çoğunluk ise zaten rasyonel düşünce ve ‘büyülü gerçeklik’ arasında salınmaktadır: Acaba aşı mı olsak? Yoksa domestos mu içsek? Veya doktoru mu dövsek?

Geçmiş ile ilişkilere gelince: Türkler de dahil olmak üzere dünyanın en kadim halklarının yaşadığı bu topraklarda tarihten bu kadar habersiz olmak ancak gizli emelleri olanlara (!) hizmet edebilir. Tarihselcilikten (historicism) de öte, geçmişi sadece birkaç menkıbeye, buğulu kahramanlık hikayelerine ve televizyon dizilerine  havale etmek bir milli eğitim komplosu ile açıklanabilir, eğer bir teori üretmek gerekirse.  Öte yandan Türkiye’de sözlü tarih çalışması yapmak da gittikçe zorlaşmış, sisler arasından hatırlanan kişiler ve mekanlar, alternatif gerçekler ve televizyon görüntüleri ile iç içe geçmiştir. Sadece ‘tarih dışı’ sayılan doğaya ve toprağa özgü döngülerin bilgisi nesiller boyunca aktarılmış, onun da görünürde sonuna yaklaşılmıştır.

Yani, Türkiye toplumu komplo teorilerine açıktır, bu teorilerin öznesi ‘dışarıdan’ geldiği sürece. Yoksa şiddetin her türlüsünün açık, net ve ortada olduğu, yolsuzluğun ve hak ihlallerinin canlı yayında izlendiği, mahkeme kararlarının önceden bilindiği, polisiyelerin bir gizem üretmeyip iyiyi ve kötüyü en başından faş ettiği ülkede hayal gücümüzü çalıştırabilmek için tek şey kalıyor: yeşil kod adlı birinin arada dolaşıma sokulan bir (ve yalnız bir) adet cılız fotoğrafı. Yersen…

Ocak 2021