AYASOFYA

1999 yılı civarında Ayasofya’da bazı fotoğraflar çektim. O zamanlar İstanbul’un en çok ziyaret edilen anıtıydı. Dünyanın en iyi mimarlarının şehre geldiğini ve binanın hala devasa ve etkileyici bir mekan yaratmak için ana ilham kaynağı olduğunu ilan ettiklerini açıkça hatırlıyorum. Gelip geçici şeyler ve yapılarla sarmalandığımız bugünlerde Ayasofya, 1500 yıl aradan sonra geç antik çağdan gelen ihtişamını hala sergilemekte. Fiziksel dünyanın geçmişi söz konusu olduğunda diğer çok az insan başarısının benzer bir gücü var.

Bitmek bilmeyen eklemeler, yenilemeler, iyileştirmeler ve diğer insan müdahalelerinin binanın içinde ve çevresinde bıraktığı izleri görmek mümkün. Mimarlar ve arkeologlar için Ayasofya’nın geçirdiği değişiklikler dikkatli bir çalışma ve belgeleme meselesidir. Merhum Stefanos Yerasimos gibi tarihçiler için ise bina, yapıldığı zamandan beri mitolojinin nesnesi, siyasi iktidarın, ayaklanmaların, savaşların, haçlı seferlerinin, uygarlık/iman çatışmalarının, entrikaların,  depremlerin, mevsimlerin ve küresel iklim yıkımının sessiz tanığıdır. Ayasofya’nın yaşı ile karşılaştırabileceğimiz Ortadoğu’nun kadim zeytin ağacı, kutsal doğum, yanan çalı ve diğer bazı İncil öyküleri dışında  tarihe yön veren şeylerden uzak yaşamını sürdürmekte. Yine de ağaca olan hayranlığımız hiç azalmadı. Ama imanlı olanlar, Ayasofya’dan tüm yaratılış hikayesini duymayı ve ruhlarını kurtarmasını bekliyorlar.

Fotoğraf çekmek için ise başka şeylere bakıyordum: çağdaş müdahaleler mi demeliyiz? Yakın çekimde geçmişin detayları yanında gördüklerim çoğunlukla sıhhi tesisat, elektrifikasyon, ofis alanı, içecekler, tabelalar vb. gibi belirli modern sorunlara geçici çözümlerdi. Yani İstanbul gibi bir şehirde, 5-10 yıl civarında iş görecek  şekilde gelişigüzel tatbik edilen milyonlarla  çözümden bazıları, Ayasofya’nın yaşının yaklaşık yüzde sıfır virgül beşi kadar süre oradaydı. Aslında bunların hayati olmadığını varsayabiliriz: bina onlarla veya onlar olmadan yaşayabilir. Bunları daha çok kocaman bir filin üzerindeki küçük yaralar, sinek ısırıkları gibi düşünmek gerekir. Bu detaylar yapının tanık olduğu daha ilkel bir uygarlığa mı işaret ediyordu? Belki evet, ama o zaman bugün ilkelliğin çok daha büyük bir işareti muhtemelen dünya çapındaki turistik tüketim kültürüdür.

Peki, beni bu detaylara odaklanmaya çeken ne oldu? Şimdi düşününce bu, derin geçmişteki kopuşun muazzam şiddetiydi. Kutsal kitaba ve maddi kültürün nesnelerine bakmadan bin yılları idrak etmenin imkansızlığı, birkaç bilge kadın ve erkek dışında, insanlığın lanetidir diye düşünebiliriz. Şeyler değişir, insanlar değişir, tarih bize süreklilikten kopmuş bir geçmişin kısmi bir görüntüsünü verir. Bu yüzden insanlar aynı hataları tekrar tekrar yaparlar. Bugün, bunca yıldan sonra bir kez daha Ayasofya’da namaz kılacağı günü bekleyen kalabalığa, bahçede abdest alınan muslukların arkasına bakmayı önermeliyiz. Orada inananların hayatını kolaylaştırmak için yeni yerleştirilmiş beyaz plastik boruları görecekler. Bunların geride bırakacakları önemsiz dünyevi şeyler olduğunu düşünüyorlarsa, o zaman en dünyevi şeylere bakmalılar: Ayasofya’nın kendisi…

Temmuz 2020